Prof. Dr. Salman Sayyid, Fransa'da İslam Konseyi'nin yerini alacak yeni kuruluşun arkasındaki hedefleri ve doğurabileceği sonuçları AA Analiz Masası'na değerlendirdi.
***
Fransa, İslamofobik bir adım daha atarak Avrupa Birliği içerisindeki en kalabalık Müslüman nüfusu yönetmek için yeni bir kurum oluşturmaya hazırlanıyor: Fransa İslamı Forumu (FORIF). Paris yönetiminin seçtiği kişilerden oluşan bu forum, Müslüman toplumunu temsil etmekten ziyade Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un, İslam'ı Fransa'nın kendisine göre şekillendirebilmesine yardımcı olmak için oluşturuluyor.
Seküler Fransa, Hristiyan okullara hibesini artırıyor
Macron ve bakanları, söz konusu forumun aşırıcılık ve dini azınlıklarla ilgili meselelere dışarıdan müdahaleyi engelleyeceğini; aynı zamanda ülkesindeki Müslümanların kamusal alanda geçerli laik kurallara uymalarını sağlayacağını iddia ediyor. Nüfusunun çoğunluğu Müslümanlardan oluşan ülkelerdeki Hristiyan okullara sağladığı fonu iki katına çıkarma kararı alan Fransa yönetiminin bu gerekçelerini ciddiye almak hayli güç.
Kendisini laik bir ülke olarak adlandıran Fransa'nın yurt dışındaki Hristiyan okulları fonlama kararı, kendi ülkesinde İslam ve Müslümanlara yönelik politikalarıyla çelişiyor. Ancak Batılı güçlerin bu ve benzeri çifte standartlarına o kadar alıştık ki, bu tür çelişkiler bizi artık pek şaşırtmıyor.
İslamofobik adımlar seçim taktiğinin ötesinde
Batılı güçlerin tarihi; içeride demokrasi vaazı verme, dışarıda ise tiranları ve eşkıyaları desteklemekle doludur. Kimileri Fransa'nın farkında olmadan bu olağan iki yüzlülük ile hareket ettiğini iddia edebilir ancak 1990'lardan beri Fransa'da yönetime gelen iktidarların Müslümanlığa karşı bir haçlı seferine giriştiklerini söylemek mümkün.
Birçok analist Macron’un İslamofobik adımlarının birer seçim taktiği olduğunu ifade ediyor. Ancak bu görüş, ülkede İslamofobi'nin seçimler öncesi haline geri gelmediğini, aksine her bir seçim kampanyasından sonra İslamofobik politikaların daha çok kanıksandığını ve daha kötü bir aşamaya gelindiğini gözden kaçırıyor. Bunun sonucunda ise İslamofobi, sağcı partilerin uhdesinde olmakla kalmayıp, Fransa devleti ve toplumunun geniş kesimlerinde benimsenen bir tutum haline geliyor.
İslamofobik politikalar normalleşiyor
İslamofobi'nin nasıl normalleştirildiğine dair birçok örnek mevcut. Müslümanlara karşı uygulanan polis şiddeti, işe alım süreçlerindeki ayrımcılık, İslamofobi ile Mücadele Kolektifi'nin kapatılması gibi Müslümanların sivil ve insan hakları örgütleri kurmak istediklerinde önlerine bir sürü idari sorun çıkarılması, bunlardan bir kaçı. Dolayısıyla Fransa'daki düzen, sadece İslamofobi'yi teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda İslamofobi ile mücadele eden ve sonuçlarıyla ilgili farkındalık yaratmaya çalışan kişileri de susturuyor.
İslamofobi tüm dünyanın sorunu
Öte yandan İslamofobi'nin münferit olarak Fransa’da yoğunlaştığını söylemek yanlış olur. Zira İslamofobi, tüm dünyada giderek yaygınlaşıyor. Dünya çapındaki aşırı milliyetçi rejimler, giderek daha sık İslamofobik bir dil kullanmaya başladı. İslamofobi'nin bu şekilde ana akım bir hareket haline gelmesi, İslamofobların ayrımcı faaliyetlerini daha kolay meşrulaştırabilmelerine neden oluyor.
İslamofobi'nin bu kadar yaygınlaşması, sadece 6 milyon Müslümanın hayatını tehlikeye atmıyor, asıl tehdit Fransa gibi yerleşik bir liberal demokraside bunun yıllardır teşvik ediliyor olması. Bu da İslamofobi'nin sadece askeri diktatörlükler, totaliter rejimler, yerleşimci-koloniler ve despotlar ile ilişkili olmadığını gösteriyor. Liberalizm ve demokrasi, sömürgecilik ve ırkçılıkla iç içeydi; İslamofobi ile de iç içe olmaması için hiçbir neden yok.
İslamofobi bir ırkçılık türüdür
İslamofobi, Müslümanlara karşı nefret ya da inanç tartışmalarıyla ilgili bir mesele değil. İslamofobi aslında Müslümanlıkla bağdaşan davranışlar sergileyenleri hedef alan bir ırkçılık türüdür. İslamofobi sadece sokaklarda tek tek şahısların Müslümanlara yaptıkları saldırılar şeklinde değil, kurumlar tarafından uygulanan ayrımcılıklar olarak da karşımıza çıkar.
Irkçılık ise insanların düşüncelerinden ibaret değildir, esasında bir yönetim sistemidir. Bu nedenle önemli olan ırkların varlığı değil, "ırklaşma" sürecidir. Bu da sosyal grupların tanımlanabilir biyolojik gruplara dönüştürülmesinden ibarettir. Örneğin, Müslümanlar havaalanına gittiklerinde onların nasıl giyindikleri, nasıl göründükleri, nereden geldikleri ve nereye gittikleri, valizlerinde ne taşıdıkları, nasıl konuştuklarına vb. bakarak onları tanımlayan bir gözetleme mekanizması vardır. Bu gözetim mekanizması Müslümanları, dini statülerine yahut bireysel niyet ve özelliklerine göre değil, Müslümanlığın izlerini taşıyıp taşımadıklarına göre tanımlar. Ancak Müslümanlık sadece başörtüsü, sakal, helal gıda meselesi değildir. Ulus devletlerin bir parçası olmaktan ziyade Müslümanlık, dünya genelinde insanları birbirlerine bağlayan bir kimliktir. Müslüman figürü; ulus-devlet karşıtı, çifte sadakatin bir işareti, alabildiğine yabancı, ulusun bir bütün olmadığını gösteren bir simge olarak sunulur.
Bir sömürge nostaljisi
Sekülerleşme; Müslümanlığı hükümsüzleştirmek demektir, "Kilisenin" devletten ayrılması demek değildir. Müslümanlar bazında sekülerleşme, İslami kurumların devlet tarafından "ilhak edilmesi" ve onların zorunlu olarak "kamulaştırması" anlamına gelir. Müslümanları ulusallaştırma ve onları her türlü ümmet dayanışmasından yoksun bırakma, dünya çapındaki İslamofobik rejimlerin ortak özelliğidir. Bu kapsamda Fransız rejimini harekete geçiren şey de laiklik değil, sömürge nostaljisidir. Paris, dünya sahnesindeki yerinin gerilemesini hazmedemiyor ve Müslümanların varlığını, kendi uydurduğu hayali benlik algısına bir hakaret olarak görüyor. Dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Fransa'da da İslamofobi'nin yükselişi, kapsayıcı vatandaşlık anlayışının yerine sömürgeci apartheid yönetimlerin geçme ihtimalinin habercisidir.
Fransa İslamı Forumu, -iddia edildiği gibi- Müslümanlık ile Fransız kimliğini bağdaştırmak için kurulmuş olsaydı; Müslümanları susturmak yerine onların seslerinin daha çok duyurulacağı bir yapısı olması gerekirdi. Hükümet tarafından atanan kişilerden oluşan bir kurum olmazdı. Fransa’da Müslümanların değil, İslamofobinin gerçek sorun olduğu ve ayrıca İslamofobi'nin teşvik edilen değil, karşı gelinmesi gereken bir ırkçılık türü olduğu kabul edilirdi. Dahası, İslamofobi ile mücadelenin sadece Müslümanlar yahut Müslüman olarak algılananlar ve Müslümanların müttefiki addedilenler için bir adalet mücadelesi olmadığını, aslında herkes için çok zor kazanılmış olan özgürlükleri koruma ve genişletme mücadelesi olduğunun farkında olunurdu.
***
Mütercim: Tuğçenur Akgün
Kaynak: AA.
"Görüş" başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Türk Federasyon editöryal politikasını yansıtmayabilir.