KELİME-İ TEVHİD: Okunuşu: “Lâ ilahe illellâh, Muhammedün Resûlüllah.” Anlamı: “Allah’tan başka Tanrı yoktur. Hazreti Muhammed (s.a.v.) Allah’ın Peygamberidir.”
KELİME-İ ŞEHADET: Okunuşu: “Eşhedü en lâ ilahe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulüh.” Anlamı: “Ben şahitlik ederim ki Allah’tan başka Tanrı yoktur. Yine şahitlik ederim ki Hazreti Muhammed (s.a.v.) Allah’ın kulu ve Peygamberidir.”
İMÂN ESASLARI
Sözlük anlamı bakımından imân, herhangi bir şeye inanmak demektir. Dini terim olarak imân: “Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) in Allah tarafından getirdiği şeylerin doğru olduğuna kalb ile inanmak ve bu inancı dil ile söylemektir.” İmân ikiye ayrılır:
ALLAH’A İMÂN
İmanın altı şartından birincisi, Allah’a inanmaktır. Akıl sahibi olan ve erginlik çağma gelen her insanın ilk ve en önemli görevi, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Çevremize baktığımız zaman, hiçbir şeyin kendiliğinden olmadığını görürüz. Güzel bir sanat eseri, bunu yapan bir sanatkârın varlığını gösterir.
Meselâ: kullandığımız saati yapan bir sanatkâr, odamızın duvarlarını süsleyen sanat eseri tabloları çizen bir ressam, oturduğumuz binayı yapan bir usta yok mudur? Şüphesiz ki vardır. Öyle ise; çok ince bir plâna göre kurulan ve mükemmel bir düzen içinde işleyen Kâinatı ve en güzel sanat eseri olan insanı da bir yaratan vardır. İşte bu yaratıcı, sonsuz güç ve kudret sahibi olan “Allah’tır.
Kâinat, Allah’ın varlığını; kâinatta görülen ahenk ve mükemmel düzen de Allah’ın birliğini göstermektedir. İlk görevimiz, bizi yaratan ve yaşatan Allah’a inanmak, Ona gönülden bağlanmaktır. Allah’a doğru olarak inanmak ve yüce Varlığını iyi tanıyabilmek için Allah’ın sıfatlarını öğrenmemiz gerekir. Allah’ın 14 sıfatı vardır. Bunlardan altı tanesine zatî sıfatlar. sekiz tanesine de subûtî sıfatlar denir.
Zâti Sıfatlar:
Subûtî Sıfatlar:
Müslüman Allah’a Şöyle İnanır: Allah vardır ve birdir. Varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Allah yaratıklardan hiç birine benzemez. Allah’ın varlığı kendindendir. Hiçbir şeye muhtaç değildir. Bütün varlıklar Ona! muhtaçtır. Allah, daima diridir. Allah, her şeyi bilir, her şeyi işitir ve her şeyi görür. Allah diler, dilediğini yapar, O’nun işine kimse karışamaz. Allah, sonsuz kudret ve kuvvet sahibidir, her şeye gücü yeter. Allah, yaratıcıdır. Dilediğini yoktan var eder, dilediğini yok eder. Kâinatta her ne varsa hep O’nun yaratması iledir. Yarattığı her şeyde bir hikmet vardır. Allah’ın sözü vardır, peygamberlerine sözünü duyurmuş, emirlerini bildirmiştir. Dinimizin yüce kitabı Kur’an-ı Kerim, Allah’ın sözüdür.
Allah’a böyle doğru olarak inanan insan, varlıklar arasındaki şerefli yerini almış, gerçek değerini kazanmış olur. Bu inanç insanın kalbini her türlü kötü düşüncelerden temizler, iyi düşünce ve güzel huylarla süsler. İnsan, hiç kimsenin görmediği bir yerde olsa bile ahlâk ölçülerine uymayan davranışlarda bulunmaz. Çünkü Allah’ın her şeyi gördüğüne ve bildiğine inanır. Allah’a iman, her türlü iyiliğin kaynağıdır.
MELEKLERE İMÂN
İmanın şartlarından ikincisi meleklere inanmaktır. Melekler, nurdan yaratılmış varlıklardır. Onlar yemezler, içmezler, erkeklik ve dişilikleri yoktur. Melekler Allah’ın sevgili kullandır. Allah’ın emirlerini kusursuz yerine getirirler, hiç günah işlemezler. Yüce Allah, varlıkları çeşitli şekillerde yaratmıştır. Bunlardan kimisi bizim görebileceğimiz, kimisi de göremeyeceğimiz şekildedir. İnsan, bazı varlıkları göremiyor. Çünkü insanın gözü her şeyi görebilecek durumda yaratılmamıştır, görme yeteneği sınırlıdır.
Meselâ; çok küçük bir cismi göremediğimiz gibi havayı, rüzgârı, ruhumuzu ve aklımızı da göremiyoruz. Telden geçen elektrik akımı da görülmüyor. Halbuki göremediğimiz bu şeylerin var olduğunu biliyoruz. İşte melekler de var olduğu halde görülmeyen varlıklardır. Melekler nurdan yaratılmış lâtif birer varlık oldukları için biz onları göremiyoruz, fakat meleklerin varlığına inanıyoruz. Çünkü meleklerin varlığını Allah Teâla Kur’an-ı Kerim’de haber vermiş. Peygamber Efendimiz de melekleri hem görmüş hem de bize bildirmiştir. Yüce Allah’ın ve sevgili Peygamberimizin bildirdiği her şey doğrudur. Bu sebeple biz meleklerin varlığına kesin olarak iman ediyoruz.
Melekler yerde, göklerde, çevremizde ve her yerde bulunurlar. Sayılarını ancak Allah bilir. Her birine Allah’ın verdiği görevler vardır. Bazıları devamlı olarak Allah’a ibadet eder. bazıları da kâinatın tertip ve düzeni ile vazifelidirler. İnsanların gücünün erişemeyeceği büyük işler yaparlar. İnsanlara iyiliği telkin eden kötülüklerden koruyan.sıkıntılı zamanlarda mü’minlerin yardımına gönderilen melekler de vardır. Yüce Allah, meleklerin varlığı ile sonsuz kudretini göstermiştir.
Büyük Melekler ve Görevleri:
KİTAPLARA İMÂN
Vahyin sözlük anlamı: Bir şeyi gizli ve çabuk olarak bildirmektir.
Vahyin dini terim olarak anlamı: Allah tarafından doğrudan doğruya veya elçi vasıtasıyle peygamberlere bildirilen ve kesinlik ifade eden bilgidir. Allah’ın, kullarından seçtiği kimselere dilediği şeyleri bildirmesi özel yolardan biri ile olur. Allah, çeşitli vahy yollan ile sözünü peygamberlerine duyurmuştur.
Vahyin Çeşitleri:
İmanın altı şartından üçüncüsü, Allah’ın kitaplarına inanmaktır. Yüce Allah, kullarına peygamberleri aracılığıyla kitaplar göndermiştir, bu kitaplarda. Allah’ın emirleri ve yasakları bildirilmiş kulların yapması gereken görevler öğretilmiş, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollan gösterilmiştir. Biz Müslümanlar peygamberlere gönderilen kitapların hepsine inanıyoruz. Ancak Kur’anı Kerim’den başka diğer ilâhi kitapların sonradan bozulduğunu ve değiştirildiğini de biliyoruz. Bu sebeple biz onların şimdiki bozulmuş şekline değil, peygamberlere gönderildikleri zamanki bozulmamış şekline inanıyoruz.
Kur’an-ı Kerim ise Peygamberimize indirildiği gibi titizlikle korunmuş ve hiç bir değişikliğe uğramamıştır. Allah tarafından peygamberlere gönderilen kitaplardan bazıları birkaç sayfadan meydana gelen küçük kitaplardır. Bunlara sahifeler anlamına gelen “Suhuf’ denilmektedir. Diğerlerine de “Dört büyük kitap” denir.
Sahifeler Şu Peygamberlere Gönderilmiştir:
Bunların toplamı 100 sahifedir.
Dört büyük kitap ise:
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), kendisine peygamberlik görevi verilmeden önce bir süre Mekke yakınındaki Hira dağında bir mağaraya çekilir. Allah’ın büyüklüğünü düşünmekle meşgul olurdu. 610 yılının Ramazan ayında bir Pazartesi gecesi yine Hira’daki mağaraya çekilmiş, gönlü ve bütün varlığı ile Allah’a yönelmişti. İşte bu sırada meleklerin en büyüğü olan Cebrail, Allah’ın emriyle peygamberimize gelerek “Oku” dedi ve bu emri üç defa tekrarladı. Sevgili peygamberimiz, “ne okuyayım” deyince Cebrail (Aleyhis-selâm), Kur’an-ı Kerim’den beş âyeti tebliğ etti. Böylece ilk vahy geldi ve Kur’an-ı Kerim nazil olmaya başladı. İlk vahy geldiği zaman peygamberimiz (s.a.v.) kırk yaşında idi.
ilk defa inen ve Kur’an-ı Kerimde Alak sûresinin başında yer alan bu beş âyetin anlamı şöyledir: “1- Yaratan Rabbinin adıyla oku. 2- O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. 3- Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. 4- Ki Kalemle (yazı yazmayı) öğreten O’dur. 5- İnsana bilmediğini O öğretti.”
Kur’an’ın inmeye başlamasıyla Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a son Peygamber olduğu bildirildi. Kur’an-ı Kerim, bazan âyet âyet bazan da sûreler halinde parça parça inerek 23 senede tamamlandı. Ayetler, çoğu zaman bir soru veya bir olay üzerine inerdi. Âyetlerin inmesine sebep olan soru ve olaylara “sebeb-i nüzul” denir. Kur’an’m en son nazil olan âyeti ise. Bakara sûresinin 281. âyetidir. Anlamı şudur: “Allah’a döneceğiniz ve sonra haksızlığa uğramadan herkesin kazancının kendisine eksiksiz verileceği günden korkunuz.”
Kur’an âyetleri geldikçe Peygamberimiz (s.a.v.), vahy kâtiplerini j çağırır, âyetlerin hangi sûrenin, neresine yazılacağını gösterirdi. Vahy kâtipleri de gösterildiği gibi yazarlardı. Nazil olan ayetleri Ashab-ı Kiram okur ve birçoğu da ezberlerdi. Böylece Kur’an-ı Kerim, hem yazılarak, hem de ezberlenerek Peygamberimizin gününde muhafaza edilmiştir. Peygamberimizin sağlığında âyetler inmeye devam ettiği için Kur’an’ın yazıldığı sahifeler mushaf haline getirilememişti. Kur’ an vahyin sona ermesiyle tamam oldu.
Peygamberimiz (s.a.v.) in vefatından sonra Halife olan Hz. Ebu Bekir, Ashabın ileri gelenlerinden bir komisyon kurdu. Bu komisyon, ayrı ayrı halde bulunan Kur’an sahifelerini topladı, hafızların ezberledikleri Kuran ile karşılaştırarak yazıp Mushaf haline getirdi. Kur’an sahifelerinin biraraya toplanarak kitap haline getirilmiş şekline “Mushaf denir. Bunu yaparken peygamberimizin gösterdiği tertibe göre sûreler sıraya konuldu. Toplanıp mushaf haline getirilen bu Kur’an Halife Hz. Ebu Bekir’in yanında muhafaza edildi.
Daha sonra. İslam’ın yayılması üzerine üçüncü Halife Hazreti Osman, bu Kur’an’ı çoğaltarak çeşitli İslam ülkelerine gönderdi. Böylece Kur’an-1 Kerim. Allah’tan peygamberimize vahyedildiği gibi muhafaza edilmiş, hiç bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmiştir. Kıyamete kadar da böyle devam edecektir. Bugün elimizde bulunan Kur’an, Peygamberimizin gününde yazılıp ezberlenen. Hz.Ebu Bekir zamanında Mushaf haline getirilen ve Hz Osman tarafından çoğaltılan Kur’an’dır.
PEYGAMBERLERE İMÂN
Peygamber, Farsça’da “haber taşıyan ve elçi” anlamlarına gelir. Dinî terim olarak, “Allah’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçi”ye peygamber denir. Arapça’da, peygamber kelimesinin karşılığı olarak, gönderilmiş ve elçi demek olan resul ve mürsel kelimesi kullanılır. Terim olarak resul ve mürsel, yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla insanlara gönderilen peygambere denilir. Çoğulları “rüsul” ve “mürselûn”dür. Nebî de Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara haber veren, fakat yeni bir kitap ve yeni bir şeriatla gönderilmeyip, önceki bir peygamberin kitap ve şeriatını ümmetine bildirmeye görevli olan peygamberdir. Çoğulu “enbiyâ”dır. Risâlet ve nübüvvet kelimeleri masdar olup, peygamberlik anlamına gelmektedir. Peygamberlere iman, imanın altı esasından biridir.
Peygamberlere iman demek, insanlara doğru yolu göstermek için, Allah tarafından seçkin kimselerin gönderildiğine, bu kimselerin Allah’tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir. Yüce Allah her müslümana, aralarında herhangi bir ayırım yapmadan bütün peygamberlere inanmayı farz kılmıştır: “Peygamber de kendisine Rabbi tarafından indirilene iman etti, müminler de. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Allah’ın peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız...” (el-Bakara 2/285).
Bu sebeple peygamberlerin bir kısmına inanıp, diğerlerini tasdik etmemek küfür sayılmıştır: “Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip bir kısmına iman ederiz, ama bir kısmına inanmayız diyenler ve bunlar arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu? İşte gerçekten kâfirler bunlardır...” (en-Nisâ 4/150- 151).
Kur’an’da da belirtildiği gibi yüce Allah, asırlar boyunca peygamberler göndermiş, insanları onlar aracılığıyla gerçeği benimseyip yaşamaya çağırmıştır. Kendilerine peygamber gelmemiş hiçbir topluluk ve ümmet bulunmadığı Kur’an’da şöyle dile getirilmektedir: “(Geçmiş) her ümmet içinde mutlaka bir uyarıcı peygamber bulunagelmiştir” (el-Fâtır 35/24), “Allah’a andolsun ki biz senden önceki ümmetlere de peygamberler göndermişizdir...” (en-Nahl 16/63; ayrıca bk. Yûnus 10/47). Peygamberlik, Allah vergisidir. Çalışma, ibadet ve taatla elde edilemez. Allah, peygamberlik yükünü taşıyabilecekleri ve lâyık olanları bilir ve dilediğini peygamber olarak seçer: “Bu, Allah’ın lutfudur. Onu dilediğine verir...” (el-Cum`a 62/4). Bu seçimde mal, mülk, şan, şöhret ve makam etkili değildir. Her konuda olduğu gibi peygamberlik konusunda da orta yolu gözeten İslâm, onları ilâh mertebesine çıkartmamış, Allah’ın elçisi ve kulu saymıştır. Biz peygamberlerin vahiyle şereflendirilmiş ve diğer insanlarda bulunmayan niteliklere sahip, seçkin kişiler olduklarını kabul ederiz.
Fakat onların hiçbirisinde Tanrılık özelliği olmadığına, Allah’ın müsaadesi dışında fayda sağlama ve zararı giderme güçlerinin bulunmadığına, Allah’ın bildirdikleri dışında gaybı bilmediklerine inanırız (bk. el-Mâide 5/72-73, 75; el-A`râf 7/188; et-Tevbe 9/30). Peygamberler sadece dini tebliğle yetinmemişler, dinî esasları açıklamışlar, sonra ümmetlerine öğretmişler, onları eğitip kötülüklerden arındırmışlardır. Bu işleri yaparken davalarından tâviz vermemişler, bu uğurda pek çok eza ve sıkıntıya göğüs germişlerdir.
Kur’ân-ı Kerîm’de de bildirildiği gibi, peygamberlik Hz. Muhammed ile son bulmuştur: “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah’ın resulü ve peygamberlerin sonuncusudur...” (el-Ahzâb 33/40). Artık ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Onun getirdiği mesaj da kıyamete kadar sürecektir. Hz. Muhammed’den sonra yeni bir peygamber geleceği, onun da yeni bir kitap getireceği konusunda ortaya atılan iddialar, Kur’an’ın bu apaçık hükmünü, Hz. Muhammed’in “hâtemü’n-nebiyyîn” (peygamberlerin sonuncusu) olduğu inancını inkârdan başka bir şey değildir.
İnsanların gerçek birer yol gösterici olan peygamberlere ihtiyacı vardır. Her ne kadar insan yaratılırken akıl, bilinç, idrak, seçme imkânı gibi birtakım yeteneklerle donatılmış ve bu yetenekler sayesinde kendisi, çevresi ve diğer yaratıklar hakkında bazı bilgiler edinmiş olsa da bütün bunlar sınırlı ve kendi gücü oranındadır. İnsanın gücünü aşan konularda ve yeterli olamadığı hususlarda yahut da gücü dahilinde olup da dış çevrenin olumsuz etkisiyle gerçeğe ulaşamadığı hususlarda elinden tutulması ve yolunun aydınlatılması gerekmektedir. İşte yarattığı insanın bu yönünü en iyi bilen yüce Allah, hikmetinin, lutuf ve yardımının bir sonucu olarak insanlara peygamberler göndermiştir. Bunun dışında insanların peygamberlere ihtiyaç duymalarının sebepleri arasında şunları söylemek mümkündür:
Peygamberlerin sıfatları deyince onlarda bulunması câiz olan sıfatlarla gerekli (vâcip) ve zorunlu olan sıfatlar anlaşılır. Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde vurgulandığı gibi peygamberler de insandır. Onlar da diğer insanlar gibi oturup kalkar, yiyip içerler, gezerler, evlenip çoluk çocuk sahibi olurlar, hastalanır ve ölürler; bu gibi özelliklere, peygamberler hakkında düşünülmesi câiz özellikler denir. İlâhî emir ve yasaklarla yükümlülük konusunda peygamberler de diğer insanlar gibidirler. Fakat onlar her hareketleriyle Allah’ın insanlar için seçtiği kulları ve elçileri, insanların kendilerine bakarak davranışlarına çekidüzen verdikleri birer örnek olduklarının bilinci içindedirler. Bu sebeple fakirken, sıkıntıdayken bile Allah’a şükrederler. Haset etmek, içi dışına uymamak gibi kötü huylardan hiçbiri onlarda bulunmaz. Her peygamberde insan olmanın da ötesinde birtakım sıfatların bulunması gerekli ve zorunludur. Bunlara vâcip sıfatlar denir. Bu sıfatlar şunlardır:
İlk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar pek çok peygamber gelip geçmiştir. Gönderilen peygamberlerin sayısı konusunda Kuran’da herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bir hadiste peygamberlerin sayısının 124.000 olduğu, bunlardan 315’ini resullerin teşkil ettiği haber verilmektedir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 266). Fakat bir âyette “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de var. Sana kıssalarını bildirmediğimiz kimseler de var...” (el-Mü’min 40/78) buyurulması göz önünde bulundurulursa peygamberlerin sayısı ile ilgili bir rakam belirlemeksizin “Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar gönderilmiş olan peygamberlerin hepsine inandım, hepsinin hak ve gerçek olduklarını kabul ettim” demek daha uygundur.
Kur’an’da adı geçen peygamberler şunlardır: Hz. Âdem (a.s.), Hz. İdrîs (a.s.), Hz. Nûh (a.s.), Hz. Hûd (a.s.), Hz. Sâlih(a.s.), Hz. Lût (a.s.), Hz. İbrâhim (a.s.), Hz. İsmâil (a.s.), Hz. İshâk (a.s.), Hz. Yakub (a.s.), Hz. Yûsuf (a.s.), Hz. Şuayb (a.s.), Hz. Hârûn (a.s.), Hz. Mûsâ (a.s.), Hz. Dâvûd (a.s.), Hz. Süleymân (a.s.), Hz. Eyyûb (a.s.), Hz. Zülkifl(a.s.), Hz. Yûnus (a.s.), Hz. İlyâs (a.s.), Hz. Elyesa (a.s.), Hz. Zekeriyyâ (a.s.), Hz. Yahyâ (a.s.), Hz. Îsâ (a.s.), Hz. Muhammed (s.a.v.).
Bunlardan başka Kur’an’da üç isim daha zikredilmiştir. Fakat onların peygamber mi, velî mi oldukları konusunda fikir ayrılığı vardır. Bunlar Üzeyir, Lokmân ve Zülkarneyn’dir.
ÂHİRET GÜNÜNE İMÂN
İmanın şartlarından beşincisi “Âhiret Gününe İnanmak’tır. İnsanların ve diğer canlıların bir sonu olduğu gibi üzerinde yaşadığımız dünyanın da bir gün sonu gelecektir. Allah’ın takdir ettiği zaman gelince görevli melek İsrafil, “Sûr” denilen bir şeye üfürecek ve bundan çıkacak çok müthiş bir sesin tesiri ile (Allah’ın diledikleri dışında) bütün canlılar ölecek, yer ve göklerin düzeni bozularak kâinat yeni bir şekil alacaktır. Kıyamet denilen bu olaydan bir süre geçtikten sonra Allah’ın emriyle İsrafil, “Sûr’a” ikinci defa üfürecek ve bütün insanlar yeniden dirilerek “Mahşer” denilen toplanma yerine çağrılacaktır. Burada herkes Allah’ın huzuruna çıkarılacak ve dünyada yaptıklarından sorguya çekilecektir. “Kirâmen Kâtibin” melekleri tarafından iyilik ve kötülüklerin yazıldığı “Amel defterleri” insanın eline verilecek ve herkes dünyada yaptıklarını amel defterinde görüp okuyacaktır. Dünyada gizli ve açık işlenen bütün suçlar ortaya çıkarılacak, iyilik ve kötülükler çok hassas olan adalet terazisinde tartılacak ve insan dünyada yaptıklarının karşılığını görecektir. İnsan dünyada ne ekmiş ise ahirette onu biçecek, ilâhî adalet yerini bulacak ve hiç kimse haksızlığa uğratılmayacaktır.
Sevgili peygamberimiz şöyle haber veriyor: “Kıyamet gününde insan dört şeyden sorguya çekilmedikçe Allah’ın huzurundan ayrılamaz: 1 - Ömrünü nerede geçirdiğinden, 2- Vücudunu nerede yıprattığından, 3- Malını nereden kazanıp nereye harcadığından, 4- Bildiği ile ne amel ettiğinden” Bu yeniden diriliş ile başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan zamana “Ahiret Günü” denir. İşte, bütün insanları öldükten sonra yeniden dirilmesine ve ondan sonra devam edecek olan sonsuz hayata inanmak, imanın en önemli esaslarından biridir.
KAZA VE KADERE İMÂN
İmanın şartlarından altıncısı, kader ve kazaya, iyilik ve kötülüğün Allah’ın yaratmasıyla olduğuna inanmaktır. Dini Terim Olarak Kader Ve Kazanın Anlamları:
Kader: Kâinatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını Allah’ın ezelde bilmesi ve takdir etmesine kader denir.
Kaza: Allah’ın ezelde takdir ettiği şeyleri zamanı gelince bu takdire uygun olarak yaratmasına kaza denir. Kaderi bir plâna benzetirsek. Kaza da plâna uygun olarak o şeyin yapılmasıdır. Kâinatta meydana gelen her şey, Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratması iledir. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Kader ve kazaya iman etmek, hayır ve şer. iyi ve kötü her şeyin Allah tarafından takdir edilmesine, belirlenmesine ve zamanı gelince belirlendiği gibi yine Allah tarafından yaratılmasına inanmak demektir.