Fransızlar, konjonktürün getirdiği sıkıntılar sonucunda aşırı söylemlerin karşılık bulmadığı, soğukkanlı bir dış politikanın uygulanması gerektiği yönünde irade beyan etmiş oldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve Soğuk Savaş dönemi kadar sert bir süreçten geçtiğimiz bugünlerde Fransa yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gitti. Seçim Kovid-19 salgınının neden olduğu ekonomik, sosyal, siyasal çalkantılar ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gölgesinde gerçekleşti.
Yarı başkanlık sistemiyle yönetilen Fransa'da cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu 10 Nisan 2022'de yapıldı. On iki adayın yarıştığı seçimlerde yürütülen kampanyalar ciddi bir kamplaşmayı da beraberinde getirdi. Halbuki salgın sürecinin yıpratıcı etkisinin yoğun olarak hissedildiği, Mali’deki operasyonların neden olduğu hayal kırıklığı, yükselen enflasyonun getirdiği huzursuzluk ve Ukrayna krizinin belirsizliğinin de yükseldiği şu günlerde toplumun kaosa sebebiyet verici söylemlerle meşgul edilmemesi beklenirken, Fransa kamuoyu aksi durumlara şahit oldu.
Fransa siyaseti üçe ayrıldı
Anketlere göre mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN) Partisi lideri Marine Le Pen adaylar arasında öne çıkıyordu. Ancak bu kez geçmiş seçimlerin aksine farklı bir tablo ortaya çıktı. Fransa siyaseti adeta üçe ayrılmış durumda.
Bunlardan ilki, özellikle göçmen karşıtlığı ve İslam düşmanlığını merkeze alarak siyaset yapan grup. Esasında bu karşıtlığın Afrika kökenlilere ve Müslümanlara yönelik olduğu, Rusya-Ukrayna krizi akabinde Ukraynalı göçmenlere yönelik gösterilen hüsnükabul neticesinde anlaşılmış oldu. Bu siyasetin temsilcileri olarak da Marine Le Pen ve Eric Zemmour öne çıkıyor.
İkincisi grup ise Kovid-19 ve Rusya-Ukrayna geriliminin meydana getirdiği tedirginlikle belirsizliğin girdabında sürüklenmek istemeyenlerden ve mevcut düzenin devam etmesini tercih edenlerden oluşuyor. Bu akımın temsilcisi ise mevcut Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron. Elbette böyle durumlarda liderlerin toplumun gösterdiği kendini korunma refleksini ve güven arayışını değerlendirmesi doğaldır. Nitekim seçim kampanyasında ülkesini ve Avrupa’yı mevcut krizden çıkaracağını, dünyadaki sorunları artırma yerine çözüm bulma yönünde irade ortaya koyacağını ilan eden Macron, seçim yarışında söylem üstünlüğünü de ele geçirdi. Buna mukabil yakın rakiplerinden sağcı adaylar da mevcut krizlere karşı bir çözüm önerisi sunamadı.
Üçüncüsü ise her iki anlayışa da karşı çıkan solcu aday Jean Luc Mélenchon’un öne çıktığı grup. Fransız solunun bölünmüşlüğünden istifade ederek bir taraftan sosyal politikalara destek vereceğinden bahseden Mélenchon, diğer taraftan daha liberal bir ekonomik modeli destekleyeceğini belirterek etkili olmaya çalıştı. Genelde bu tip sol eğilimli söylemleri benimseyen adaylar mevcut sorunlara karşı pek de somut çözüm önerileri sunamadı. Yalnızca aşırı sağın ne denli tehlikeli olabileceğine dikkati çekerek kitleleri mobilize etme stratejisini benimsediler.
Fransızlar sağduyudan yana
Ülkede seçimlere katılım oranı yüzde 65 olarak gerçekleşti. Burada Fransa’da bir önceki seçimlere kıyasla katılım oranının yüzde 4 düştüğünü belirtmek gerekir. Anketlerde de öngörüldüğü üzere Başkan Macron yüzde 27,6 ile ilk turu önde bitirdi. Yakın rakibi Marine Le Pen ise yüzde 23,2 ile ikinci tur seçime katılmaya hak kazandı.
Seçim sonucu bir bakıma Fransız halkının son yıllarda yaşanan krizi nasıl gördüğü hususunda ipucu veriyor. Fransızlar konjonktürün getirdiği sıkıntılar sonucunda aşırı söylemlerin pek fazla karşılık bulmadığı, daha akılcı, soğukkanlı bir dış politikanın uygulanması gerektiği yönünde irade beyan etmiş oldu.
Macron ve ekibinin de Fransa’yı dünyadan ekonomik ve politik olarak tecrit edebilecek tavır ve söylemlerden uzak durduğu dikkatlerden kaçmadı. Esasen bu akılcı bir yöntemdi. Zira savaş ve kriz anlarında insanların güvenlik kaygılarının ağır bastığını göz önünde bulundurduğumuzda Macron’un halkın kaygılarını daha iyi anladığı anlaşılıyor. Öte yandan diğer adayların fütursuzca, reel politiğe uymayan ifadelerin nelere mal olacağını düşünmeden hareket ettikleri görüldü.
Son tahlilde ise Fransa’da ötekileştirici ve kutuplaştırıcı siyaset toplumun bazı kesimlerinde hala karşılık bulsa da seçim sonuçları bu politikalara pek pirim verilmediğini gösterdi. Yine de yabancıları kapı dışarı etme dahil zaman zaman hakarete varan sert söylemlerde bulunan adayların toplam oyu yüzde 30’larda.
Konjonktür Macron’a yaradı
Rusya-Ukrayna Savaşı’nda tüm eleştirilere rağmen Macron diplomasiye önem veriyor. Macron, iki ülke arasında dengeli bir ilişki yürütüyor ve krizi tırmandıracak eylemlerden kaçınıyor. Macron'un NATO’ya bağlı kalarak bu politikayı yürütmesinin Fransız halkınca desteklendiğini de belirtmek gerek. Bu meyanda yükselen enflasyona rağmen yaklaşık bir milyon Ukraynalı mülteciyi kabul eden mevcut yönetim, halktan ilk turda teveccüh görmüş durumda. Buna mukabil aşırı söylemlere sahip liderlerin Ukraynalı mültecilere yönelik tavizkar tutumlarının toplum tarafından inandırıcı bulunmadığını vurgulamak lazım.
Elde ettiği moral ve motivasyon ile Macron'un Marine Le Pen’e karşı bir blok kuracağı muhakkak. Şimdiden birçok aday ikinci turda kendisini destekleyeceğini ilan etti. Bu açıklamalara muhalefete karşı ılımlı bir dil kullanarak ve bunun yanında özellikle dış politikada krizi yatıştırıcı bir yol izleyeceğini beyan etmek suretiyle mukabelede bulunan Macron'un iki hafta sonra gerçekleşecek ikinci tur seçimlerinde zafer elde etmesi muhtemel. Ancak yine de Macron’un temkinli olduğu gözlerden kaçmamalı. Zira yaklaşık 16 milyon seçmenin -ki bunların genelde sisteme tepki gösteren kişiler olduğu bilgisinden hareketle- oy kullanmadığı göz önünde bulundurulunca Le Pen’in kazanma ihtimalinin düşük de olsa hesaba katılması gerekir.
Seçim, Fransa için uluslararası arenada bozulan imajını düzeltme fırsatı olarak da görülebilir. Zira cumhurbaşkanı adaylarını objektif dinleyen birisinin Fransa’yı insan haklarına saygılı, dünya barışını önceleyen ve bunun için çaba sarf eden bir ülke olarak görmesi oldukça güçtü. Seçim sonuçları bu bakımdan Ukrayna-Rusya krizinde saldırgan olmayan, NATO’yu önceleyen ve göçmenleri kabullenen bir Fransa’nın tescili anlamını da taşıyor.
[Dr. Yaşar Demir, Institut Plus-Que-Parfait Eğitim Merkezi Müdürü]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve editöryal politikasını yansıtmayabilir.